|
| 1. | Tâ, Sîn, Mîm. |
| 2. | Bunlar sana apaçık kitabın âyetleridir. |
| 3. | (Resulüm!) Onlar iman etmiyorlar diye adeta kendine kıyacaksın! |
| 4. | Biz dilersek onların üzerlerine gökten bir âyet (mucize) indiririz de, ona boyunları eğilekalır. |
| 5. | Bununla beraber kendilerine O Rahmân´dan yeni bir öğüt gelmeyedursun, ille ondan yüz çevirirler. |
| 6. | Üstelik (ona) «yalandır» dediler; fakat onlara alay edip durdukları şeyin haberleri yakında gelecektir. |
| 7. | Yeryüzüne bir bakmadılar mı? Biz orada her güzel çiftten nice bitkiler yetiştirmişiz. |
| 8. | Şüphesiz ki bunda mutlak bir âyet (nişane) vardır; ama onların çoğu iman etmezler. |
| 9. | Ve şüphe yok ki Rabbin, galip ve engin merhamet sahibidir. |
| 10. | Bir vakit de Rabbin, Musa´ya nida edip «Git o zalim kavme» dedi. |
| 11. | «Firavun kavmine, hâlâ sakınmayacaklar mı?» |
| 12. | (Musa) şöyle seslendi: «Ya Rab! Doğrusu ben korkarım ki beni yalancı sayarlar.» |
| 13. | «Ve göğsüm daralır, dilim dönmez, onun için Harun´a da elçilik ver.» |
| 14. | «Hem onların bana isnad ettikleri bir suç var. Ondan dolayı korkarım ki, hemen beni öldürürler.» |
| 15. | (Allah): «Hayır hayır» buyurdu, «haydi ikiniz âyetlerimizle (mucizelerimizle) gidin. Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz. (Onları) işitiyoruz.» |
| 16. | «Haydin Firavun´a gidin de deyin ki: İnan biz, âlemlerin Rabbinin elçisiyiz. |
| 17. | İsrail oğullarını bizimle beraber gönder.» |
| 18. | «Â, dedi, biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının bir çok yıllarını aramızda geçirmedin mi?» |
| 19. | «Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın. Sen nankörün birisin!» |
| 20. | Musa, «Ben, dedi, o işi o anda yaptım ki şaşkınlardandım.» |
| 21. | «Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı.» |
| 22. | «O başıma kaktığın nimet de (aslında) İsrail oğullarını kendine köle edinmiş olmandır.» |
| 23. | Firavun şöyle dedi: «Âlemlerin Rabbi dediğin nedir ki?» |
| 24. | Musa cevap olarak: «Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler olsanız (itiraf edersiniz ki) O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbi´dir.» |
| 25. | (Firavun) etrafında bulunanlara: «İşitmiyor musunuz?» dedi. |
| 26. | Musa dedi ki: «O sizin de Rabbiniz, daha önceki atalarınızın da Rabbidir.» |
| 27. | (Firavun): «Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir» dedi. |
| 28. | Musa devamla şöyle söyledi: «Şayet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki), O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir.» |
| 29. | Firavun: «Benden başkasını ilâh tutarsan, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan ederim» dedi. |
| 30. | Musa sordu: «Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?» |
| 31. | Firavun: «Haydi getir onu bakayım, doğrulardan isen» dedi. |
| 32. | Bunun üzerine Musa asâsını bırakıverdi; apaçık bir ejderha oluverdi. |
| 33. | Elini de (koynundan) çekti çıkardı; bakanlara bembeyaz (görünen, nur saçan bir şey) oluverdi. |
| 34. | Firavun çevresinde bulunan ileri gelenlere: «Bu dedi, herhalde çok bilgili bir sihirbaz!» |
| 35. | «Sizi sihriyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?» |
| 36. | Dediler ki: «Bunu ve kardeşini eğle, şehirlere de toplayıcılar gönder.» |
| 37. | «Bütün bilgiç sihirbazları sana getirsinler.» |
| 38. | Böylece, sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi. |
| 39. | Halka, «Siz de toplanıyor musunuz? (Haydi çabuk olun)» denildi. |
| 40. | «Üstün gelirlerse herhalde sihirbazlara uyarız» dediler. |
| 41. | Sihirbazlar geldiklerinde Firavun´a «Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır, değil mi?» dediler. |
| 42. | Firavun cevaben: «Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin, gözde kimselerden olacaksınız» dedi. |
| 43. | Musa onlara «Atın, ne atacaksanız» dedi. |
| 44. | Bunun üzerine iplerini ve değneklerini attılar ve «Firavun´un kudreti hakkı için şüphesiz elbette bizler galip geleceğiz» dediler. |
| 45. | Ardından Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor! |
| 46. | Sihirbazlar derhal secdeye kapandılar. |
| 47. | «İman ettik, dediler, Âlemlerin Rabbine» |
| 48. | «Musa ve Harun´un Rabbine!» |
| 49. | Firavun (kızgınlık içinde) dedi ki: «Ben size izin vermeden O´na iman ettiniz ha! Anlaşıldı ki o size sihri öğreten büyüğünüzmüş! Ama şimdi bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi çarmıha gerdireceğim!» |
| 50. | «Zararı yok dediler nasıl olsa biz Rabbimize döneceğiz.» |
| 51. | «Herhalde biz müminlerin evveli olduğumuzdan dolayı, Rabbimizin bize mağfiret buyuracağını ümit ederiz» |
| 52. | Biz, Musa´ya: «Kullarımı geceleyin yola çıkar, çünkü takip edileceksiniz» diye vahyettik. |
| 53. | Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi: |
| 54. | «Esasen bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir cemaattır.» |
| 55. | «(Böyle iken) hakkımızda çok gayz (öfke) besliyorlar.» |
| 56. | «Biz ise, elbette uyanık (ve tekvücut) bir cemaatız.» (diyor ve dedirtiyordu.) |
| 57. | Ama (sonunda) biz, onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden, pınarlardan, |
| 58. | Hazinelerden ve şerefli makamlardan çıkardık. |
| 59. | Ve onlara İsrail oğullarını mirasçı yaptık. |
| 60. | Derken (Firavun ve adamları) güneş doğmuştu ki, onların ardına düştüler. |
| 61. | İki topluluk birbirini görünce, Musa´nın adamları «Eyvah, yakalandık! dediler. |
| 62. | Musa: «Hayır, aslâ! dedi, Rabbim şüphesiz benimledir, bana yolunu gösterecektir.» |
| 63. | Bunun üzerine Musa´ya «Vur asân ile denize» diye vahyettik; vurunca bir infilak etti, her bölük koca bir dağ gibi oluverdi, |
| 64. | Ötekilerini de buraya yanaştırıvermiştik. |
| 65. | Musa ve beraberindekilerin hepsini kurtardık, |
| 66. | Sonra da ötekileri suda boğduk. |
| 67. | Şüphesiz bunda bir âyet (ibret) vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir. |
| 68. | Ve şüphesiz, işte o Rabbin, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir. |
| 69. | (Resulüm!) onlara İbrahim´in kıssasını da naklet. |
| 70. | Hani o, babasına ve kavmine, «Neye tapıyorsunuz?» demişti. |
| 71. | «Birtakım putlara taparız da onlar sayesinde toplanırız» dediler. |
| 72. | İbrahim «Peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı?» |
| 73. | «Veya size fayda veya zararları olur mu?» |
| 74. | «Yok, dediler, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk.» |
| 75. | (75-76) İbrahim dedi ki: «İyi ama, ister sizin, ister önceki atalarınızın olsun, neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü?» |
| 76. | (75-76) İbrahim dedi ki: «İyi ama, ister sizin, ister önceki atalarınızın olsun, neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü?» |
| 77. | «Hep onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim dostumdur)» |
| 78. | «O ki, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir,» |
| 79. | «Beni yediren, içirendir,» |
| 80. | «Hastalandığım zaman bana O, şifâ verir.» |
| 81. | «O ki, benim canımı alacak, sonra diriltecektir.» |
| 82. | «Ve hesap günü, hatamı bağışlayacağını umduğumdur.» |
| 83. | «Ya Rab! Bana hikmet (hüküm) ver ve beni iyiler (zümresin)e kat.» |
| 84. | «Sonra gelecekler içinde beni doğrulukla anılanlardan eyle!» |
| 85. | «Ve beni naîm (nimeti bol) cennetin varislerinden eyle!» |
| 86. | «Babamı da bağışla, çünkü o yanlış gidenlerdendir.» |
| 87. | «(İnsanların) diriltilecekleri gün, beni mahcub etme.» |
| 88. | «O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar!» |
| 89. | «Ancak Allah´a temiz bir kalple gelenler o günde (kurtuluşa erer).» |
| 90. | (O gün) Cennet müttakilere yaklaştırılmıştır. |
| 91. | Azgınlar için de cehennem hortlatılmıştır. |
| 92. | (92-93) Onlara, «Allah´ı bırakıp da taptıklarınız, hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?» denilir. |
| 93. | (92-93) Onlara, «Allah´ı bırakıp da taptıklarınız, hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?» denilir. |
| 94. | Ve arkasından hep onlar (putlar ve azgınlar) o cehennemin içine fırlatılmaktadırlar. |
| 95. | (95-96) Ve bütün o İblis orduları onun içinde birbirleriyle çekişirlerken dediler ki: |
| 96. | (95-96) Ve bütün o İblis orduları onun içinde birbirleriyle çekişirlerken dediler ki: |
| 97. | «Vallahi biz, gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz.» |
| 98. | «Çünkü biz sizi, âlemlerin Rabbi ile bir seviyede tutuyorduk.» |
| 99. | «Ve bizi hep o günahkarlar saptırdı.» |
| 100. | «Bak bizim için ne şefaatçiler var,» |
| 101. | «Ne de yakın bir dost.» |
| 102. | «Ah keşke (dünyaya) bir kere daha dönebilsek de, müminlerden olabilseydik.» |
| 103. | Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır; oysa çokları iman etmiş değillerdir. |
| 104. | Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir. |
| 105. | Nuh kavmi de peygamberleri yalancılıkla itham etti. |
| 106. | Hani kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: «Siz Allah´tan korkmaz mısınız?» |
| 107. | «Haberiniz olsun ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir Peygamberim. |
| 108. | «Gelin artık, Allah´tan korkun ve bana itaat edin.» |
| 109. | «Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafaatımı verecek olan ancak, âlemlerin Rabbidir.» |
| 110. | «Gelin, artık, Allah´tan korkun ve bana itaat edin.» |
| 111. | «Â, dediler, senin ardına hep düşük kimseler düşmüşken, biz sana hiç inanır mıyız?» |
| 112. | Nuh dedi ki: «Onların yaptıkları hakkında bir bilgim yoktur.» |
| 113. | «Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Düşünsenize!» |
| 114. | «Hem ben iman edenleri kovmaya memur değilim.» |
| 115. | «Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.» |
| 116. | Dediler ki: «Ey Nuh! Eğer vazgeçmezsen, iyi bil ki, taşa tutulanlardan olacaksın!» |
| 117. | Nuh: «Rabbim! dedi, kavmim beni yalancılıkla itham etti.» |
| 118. | «Artık benimle onların arasında sen hükmünü ver. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar.» |
| 119. | Bunun üzerine biz de onu ve beraberindekileri, o dolu gemide taşıyarak kurtardık. |
| 120. | Sonra da arkasında kalanları suda boğduk. |
| 121. | Şüphesiz bunda mutlak bir âyet (alınacak ders) vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir. |
| 122. | Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir. |
| 123. | Âd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla itham etti. |
| 124. | Hani kardeşleri Hûd onlara şöyle demişti: «Siz Allah´tan korkmaz mısınız?» |
| 125. | «Haberiniz olsun ki ben, size gönderilmiş, güvenilir bir Peygamberim.» |
| 126. | «Gelin artık Allah´tan korkun ve bana itaat edin.» |
| 127. | «Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir.» |
| 128. | «Siz her tepeye bir alâmet bina edip eğlenir durur musunuz?» |
| 129. | «Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz?» |
| 130. | «Hem tuttuğunuz zaman merhametsiz zorbalar gibi tutuyorsunuz.» |
| 131. | «Artık Allah´tan korkun ve bana itaat edin.» |
| 132. | «O Allah´tan korkun ki, size o bildiğiniz şeyleri vermekte,» |
| 133. | «Davarlar, oğullar,» |
| 134. | «Cennet gibi bağlar, bahçeler, pınarlar ihsan etmektedir.» |
| 135. | «Cidden ben sizin hakkınızda büyük bir günün azabından korkuyorum.» |
| 136. | Dediler ki: «Sen ha vaaz etmişsin, ha vaaz edenlerden olmamışsın, bizce birdir.» |
| 137. | «Bu sırf eskilerin âdetidir.» |
| 138. | «Biz azaba uğratılacak da değiliz.» |
| 139. | Böylece onu yalancı saydılar; biz de kendilerini helak ettik. Şüphesiz bunda mutlak bir âyet (alınacak bir ders) vardır, ama çokları iman etmiş değillerdir. |
| 140. | Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir. |
| 141. | Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla itham etti. |
| 142. | Hani kardeşleri Salih onlara şöyle demişti: «Siz Allah´tan korkmaz mısınız?» |
| 143. | «Haberiniz olsun ki ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.» |
| 144. | «Gelin artık, Allah´tan korkun ve bana itaat edin.» |
| 145. | «Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir.» |
| 146. | «Siz burada güven içinde bırakılacak mısınız?» |
| 147. | «Bahçelerin, pınarların içinde,» |
| 148. | «Ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalar arasında,» |
| 149. | Ki bir de dağlardan keyifli keyifli kâşâneler oyuyorsunuz.» |
| 150. | «Gelin! Allah´tan korkun da bana itaat edin.» |
| 151. | (151-152) «Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen bozguncuların emrine uymayın.» |
| 152. | (151-152) «Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen bozguncuların emrine uymayın.» |
| 153. | «Sen dediler, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!» |
| 154. | «Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir âyet (mucize) getir.» |
| 155. | Salih «İşte (mucize) bu dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onundur, belli bir günün içme hakkı da sizin» dedi. |
| 156. | «Sakın ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi büyük bir günün azabı yakalayıverir.» |
| 157. | Derken onu kestiler; fakat pişman da oldular. |
| 158. | Çünkü kendilerini azap yakalayıverdi. Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır, ama çokları iman etmiş değillerdir. |
| 159. | Ve şüphesiz Rabbin, işte O mutlak galip ve engin merhamet sahibidir. |
| 160. | Lût (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla itham etti. |
| 161. | Hani kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: «Siz Allah´tan kormaz mısınız?» |
| 162. | «Haberiniz olsun ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.» |
| 163. | «Gelin artık, Allah´tan korkun ve bana itaat edin.» |
| 164. | «Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir.» |
| 165. | «İnsanlar içinden erkeklere mi gidiyorsunuz?» |
| 166. | «Bırakıyorsunuz da sizler için yarattığı eşleri! Doğrusu siz insanlıktan çıkmış bir kavimsiniz!» |
| 167. | Onlar şöyle dediler: «Ey Lût! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bilki, sürülenlerden olacaksın.» |
| 168. | Lût «Doğrusu ben, dedi, sizin bu işinize buğzedenlerdenim.» |
| 169. | «Yâ Rabbi! Beni ve ailemi onların yapageldiklerin(in vebalin)den kurtar.» |
| 170. | Biz de onu ve ailesinin tamamını kurtardık, |
| 171. | Ancak (geride) bir yaşlı kadın kaldı. |
| 172. | Sonra geridekilerin hepsini helak ettik. |
| 173. | Ve üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki, (uyarılanların) o yağmuru ne kötü bir yağmurdu! |
| 174. | Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdir. |
| 175. | Ve şüphesiz Rabbin, işte O mutlak galip ve engin merhamet sahibidir. |
| 176. | Eyke halkı da peygamberleri yalancılıkla itham etti. |
| 177. | Hani Şuayb onlara şöyle demişti: «Siz Allah´tan korkmaz mısınız?» |
| 178. | «Haberiniz olsun ki ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.» |
| 179. | «Gelin, Allah´tan korkun ve bana itaat edin.» |
| 180. | «Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan yalnız âlemlerin Rabbidir.» |
| 181. | «Ölçeği tam ölçün de hak yiyenlerden olmayın.» |
| 182. | «Ve doğru terazi ile tartın.» |
| 183. | «Halkın eşyalarını değerinden düşürmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.» |
| 184. | «O sizi ve sizden önceki nesilleri yaratan Allah´tan korkun.» |
| 185. | Onlar şöyle dediler: «Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin.» |
| 186. | «Sen de bizim gibi bir beşerden başka nesin? Bil ki, biz seni ancak yalancılardan biri sayıyoruz.» |
| 187. | «Şayet doğru sözlülerden isen, üstümüze gökten bir parça düşürüver.» |
| 188. | Şuayb, «Rabbim, yaptıklarınızı en iyi bilendir» dedi. |
| 189. | Hülasa, onu yalancı saydılar da kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. O cidden büyük bir günün azabı idi! |
| 190. | Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdir. |
| 191. | Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir. |
| 192. | Ve muhakkak ki bu (Kur´ân) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. |
| 193. | (Resulüm!) Onu Rûhu´l-emin (Cebrail) indirdi; |
| 194. | Uyarıcılardan olasın diye senin kalbin üzerine; |
| 195. | Açık parlak bir Arapça lisan ile. |
| 196. | O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardı. |
| 197. | İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir âyet (delil) değil midir? |
| 198. | (198-199) Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de, bunu o okusaydı, yine de ona iman etmezlerdi. |
| 199. | (198-199) Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de, bunu o okusaydı, yine de ona iman etmezlerdi. |
| 200. | (200-201) Böylece onu günahkarların kalplerine soktuk. (Okuyup anladılar, ama yine de) acıklı azabı görünceye kadar ona iman etmezler. |
| 201. | (200-201) Böylece onu günahkarların kalplerine soktuk. (Okuyup anladılar, ama yine de) acıklı azabı görünceye kadar ona iman etmezler. |
| 202. | İşte bu (azab) onlara, kendileri farkında olmadan, ansızın geliverecektir. |
| 203. | O zaman «Bize (iman etmemiz için) mühlet verilir mi acaba?...» diyeceklerdir. |
| 204. | (Oysa dünyada iken) Onlar bizim azabımızı çarçabuk istiyorlardı. |
| 205. | Gördün ya artık onlara senelerce zevk ettirsek, |
| 206. | Sonra kendilerine vaad edilen (azab) gelip çatarsa, |
| 207. | O yaşadıkları zevkin kendilerine hiçbir faydası olmayacaktır. |
| 208. | Bununla birlikte, biz hangi memleketi helak ettikse muhakkak onu uyarıcı (peygamberleri) olmuştur. |
| 209. | (Onlar) ihtar edilmiştir ve biz zulmetmiş değiliz. |
| 210. | Onu (Kur´ân´ı) şeytanlar indirmedi. |
| 211. | Bu onlara hem yaraşmaz hem güçleri yetmez. |
| 212. | Şüphesiz onlar vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır. |
| 213. | O halde sakın Allah ile beraber başka tanrıya kulluk edip yalvarma, yoksa azaba uğratılanlardan olursun. |
| 214. | (Önce) en yakın hısımlarını uyar. |
| 215. | Ve sana uyan müminlere kanadını indir. |
| 216. | Şayet sana karşı gelirlerse, de ki: «Ben sizin yaptıklarınızdan muhakkak uzağım.» |
| 217. | Sen O, mutlak galip ve engin merhamet sahibine güvenip dayan. |
| 218. | O ki, (gece namaza) kalktığın zaman seni görüyor. |
| 219. | Ve secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor.) |
| 220. | Çünkü her şeyi işiten, her şeyi bilen O´dur. |
| 221. | Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? |
| 222. | Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üzerine inerler. |
| 223. | Onlar, (şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdır. |
| 224. | Şairler(e gelince), onlara da sapıklar uyar. |
| 225. | (225-226) Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi? |
| 226. | (225-226) Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi? |
| 227. | Ancak iman edip iyi ameller işleyenler, Allah´ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar müstesna; haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir. |